9 Ekim 2014 Perşembe

UNESCO Dünya Kültür Mirası:Bern Altstadt

Aare nehri kenarında soluğumuzu tazeledikten sonra şimdi Bern'in tarihi merkezi olan ve 1983 yılında UNESCO'nun kültür mirası listesine alınan Aldstadt'a doğru yola koyulduk...
İlk olarak bizi Bern şehrinin kurucusu olan ve şehrin isminin kaynağı ayı ile birlikte Berchtold heykeli karşıladı.

Ve her yanın İsviçre ve Kantonlarının bayraklarıyla süslü ortasında rengarenk çeşmeleri ve kırmızı renkli otobüsleriyle Marktgasse önümüzdeydi,sağlı sollu alışveriş yapabileceğiniz pahalı dükkanları da saymadan olmaz...Ve caddenin sonunda tüm güzelliğiyle Zytglogge (Saat kulesi)





Saat kulesindeki astronomik saat ünlü İsviçre saatçiliğinin çok güzel bir örneği olup 1530 yılında yapılmış ve günümüze kadar her saat başı soytarı,ayı ve horozdan oluşan bir seremoni ile görevini layıkıyla yerine getirmekte,hergün saat 14.30'da saat kulesini rehber eşliğinde gezebilirsiniz tabi kişi başı 15 frangı gözden çıkarırsanız :) Saat kulesi fotoğraflarını çekmek gerçekten çok zor oldu çünkü otobüslerin elektrik enerjisini aldığı teller neredeyse kulenin dört tarafını sarmış durumda.





Gerçekten her ayrıntının özenle düşünüldüğü böyle yapıları gördükten sonra bizim belediyelerin yaptığı şaheser meydan düzenlemelerini sadece saygıyla anmaktan başka birşey düşmüyor bize :)
Bu arada Belediye demişken Rathaus'un fotoğrafını koymadan da olmaz:)



Çeşmeler, Münster katedrali ve Parlemento binası diğer bir yazımızın konusu olacak...

8 Ekim 2014 Çarşamba

Aare Kıyısındaki Güzellik:Bern

Appenzell'i ardımızda bırakıp Bern yoluna düştüğümüzde saat sabahın 10'unu gösteriyordu gezi boyunca tercihimizi hep otobanlar yerine doğa ile içiçe olabileceğimiz kanton yollarından yaptık ve bu nedenle Appenzell-Bern yolu ancak 4 saatte bitti :) Daha önceden uzun araştırmalar sonucu Booking.com'dan ayırttığımız otelimizi bulmak zor olmadı, otel ile ilgili detaylara şuradan ulaşmanız mümkün, ufak bir park yeri sıkıntısı olmasına rağmen otel resepsiyonundaki görevlilerin bizi neredeyse Bern'de birlikte gezmişcesine yaptıkları açıklamalar sonrası bu sıkıntı bile dert olmaktan çıkmıştı,artık kendimizi Bern sokaklarına atmak zamanıydı. Önerilerine uyarak ilk olarak hedefimiz Rosengarten (Gül Bahçesi) oldu. Hayatımızda ilk kez sadece harita kullanarak bir şehri keşfedecek olmanın verdiği heyecanla sokaklardaydık, yolda sorduğumuz 2-3 kişi de burayı bilmeyince iş önsezilerimize kalmıştı,ve o da bizi yanıltmadı nihayet 20 dakikalık bir yürüyüş ile varmıştık. 
Rosengarten mevsim nedenli henüz güllerle bezeli olmadığı için beklediğimiz gibi çıkmadı ama dünyanın dört bir yanından getirilmiş gül fidanları ve tasarımı ile görülmesi gereken yerlerden...Rosengarten bitip de ne zaman ,Bern'in ortasındaki gerdanlık gibi göz alıcı ,Aare'yi görünce iyi ki gelmişiz dedirtti Bern kenti...






Bern 1191'de "Berchthold V. von Zähringen" tarafından kurulmuş, şehrin kurulma hikayesine göre kurduğu şehrin adını ilk avladığı hayvanın adını vermeyi karar vermiş. Bu hayvan bir ayı olmuş ve ayının Almanca ismi olan "bar"'dan şehrin ismi "Bern" olmuş. Bern kantonun armasında ve şehrin bir çok yerinde ayı figürlerine rastlanmakta,ayrıca Aare nehrinin kenarında Baerenpark (Ayı parkı) denilen ve ayılar için özel tasarlanmış bir park da mevcut, Rosengarten'den aşağıya doğru giden yol sizi direkt ayı parkına götürmekte, bu parkın girişi ücretsiz,güzel bir Aare manzarası burada da size eşlik etiyor.

Gelelim bu parka gelme amacımız olan ayıları görmeye...Talihsizlik burada da peşimizi bırakmadı, soğuk ve hafif yağmur nedenli ayıları göremedik, tam ayrılacakken zorda olsa kadrajımıza giren ve hatta biri dilini çıkarıp bizimle dalga geçen 2 ayıyı görebildik, e buna da şükür :)



Aare nehri biraz Yeşilırmak'ı hatırlattı bana, yalnız farkı aşırı derecede temiz olması insanların yaz aylarında kendini bu güzelim nehrin akıntısına bırakıp yüzmesi...Fakat köprünün hemen dibindeki ev bizim Amasya evlerine mi benziyor ne:)





Biraz Aare nehri kıyısında soluklandıktan sonra sizi UNESCO Dünya Kültür Mirası listesindeki Altstadt'a götüreceğiz...

6 Ekim 2014 Pazartesi

Appenzell ve Vaduz Notları

APPENZELL

Gezi programımıza son anda dahil ettiğimiz bu küçük İsviçre kenti; Appenzell Innerrhoden kantonunun başkenti olup peynirciliğin merkezi konumunu korumakta ve bu kanton herşeyin halk oylaması ile yapıldığı doğrudan demokrasi sistemini uygulayan 2-3 kantondan birisi...
Haritamızı,uğramamız gereken yerleri kaldığımız otelin çalışanından yarı Almanca yarı İngilizce öğrenerek düştük Appenzell yoluna,radyomuzda yerel ezgilerle ayrı bir güzellikti bu coğrafyada olmak, işte o ezgilerden bir örnek:



Herşey güzel hoştu fakat Appenzell'de arabamızı park ettikten sonrası anlatılmamalı, aniden başlayan yağmurda üzerimize nasıl geçirdiğimizi anlamadığımız pançolarımızla sokaklarda kala kalmıştık,gezmek için can attığımız o güzelim evleri sadece uzaktan görmek zorunda kaldık çünkü ilk günün ilk saatlerinde ıslanıp hasta olarak kalan 10 güne devam etmek tam anlamıyla bir kumar olacaktı, tabiki göze alamadık hemen yakında gözümüze kestirdiğimiz dükkandan ünlü Appenzell peynirlerinden alarak arabamıza kendimizi zor attık...Artık 2 şık vardı önümüzde ya otele dönüp günü bitirecektik ya da ver elini Lichtenstein...Zor olmadı seçim, tabi ki ikincisini yapmalıyız :)Navigasyonumuzdaki yarı Almanca yarı Türkçe konuşan teyzemizin önderliğinde Alplerin bir diğer ülkesine yola düştük ve o da nesi hava birden açmaya başladı,o an şansımız döndü diye düşündüm ama Appenzell planlarımız yatmıştı.
Yaklaşık 45 dakikalık araba yolculuğu sonrası ismine çoğumuzun milli maçlar nedenli aşina olduğumuz Avrupa'nın en küçük ülkelerinden biri olan Lichtenstein prensliğindeydik,ve istikametimizde prensliğin başkenti olan Vaduz vardı.




Planda olmadığı için pek araştırma şansımız olmadığı bu ülkede görülmesi gereken yerlerin başında Vaduz kalesi olduğunu kaldığımız otelde öğrendiğimiz için direkt istikametimizi oraya çevirdik.Yağmur sonrasının verdiği duruluğun içinde karşıladı bizi kale,fakat hesapta olmayan bir şey vardı;kaleye giriş yoktu sonradan öğrendik ki Lichtenstein prensinin ikametgahıymış bura :)







Günü Lichtenstein'da bitirdikten sonra ilk günün yorgunluğunu atmak için dönüyorduk Appenzell'e, diğer gün geçeceğimiz Bern yolculuğu öncesi iyi bir dinlenmeyi hak etmiştik Arzu'yla...

5 Ekim 2014 Pazar

Doktorun Yolu'na hoşgeldiniz...

Kendimi bildim bileli bir hayalim vardı uzak diyarları görmek...Nihayet bu hayalimi hayat arkadaşımla birlikte gerçekleştirmek için yollardayım..Mesleğim İç Hastalıkları hekimliği,hayalimdeki meslek ise gezi yazarlığı ve gezi fotoğrafçılığı yapmak fakat hayatın gerçek koşulları nedenli ikisini bir arada yapmak memleketim şartlarında neredeyse imkansız...Ama çağımız internet çağı,neden bir blogum olmasın ve gittiğim yerlerle ilgili buradan yazmayayım diye düşündüm...İşte Doktorun Yolu blogum bu düşüncenin eseri...Hadi düşelim birlikte yola,ilk durak İsviçre...

YOLCULUK ÖNCESİ

Yurtdışında ilk durak İsviçre oldu uzun süre eşimle internet başında uzak diyarları izledik şura olmaz bura olmasın,sonradan bir video izledik ve aynı anda tamam dedik ilk durak İsviçre...İşte o video:



Önce acaba turların güveniyle mi gitsek yoksa biz beceririz zaten bu işi deyip kendimiz mi bu yola düşseğin ayrımını yapmalıydık.Doğa hayranı biz hemen araştırmaya başladık ne yaparız nasıl gideriz diye başladık bu sefer diğer gezginlerin yol hikayelerini okumaya; diğer yandan tur şirketlerini dolaştık;ortak aklın aldığı karar sırt çantalarımızı alıp yola düşmek olunca mayısta düşülecek bu yol için ocak ayından uçak biletlerimizi Pegasus'tan aldık. Zürih'e gidiş dönüş biletlerimiz alınmıştı artık.
Ulaşımın tren,bot ve otobüslerle rahat bir şekilde sağlandığı İsviçre'de bizim tercihimiz araba kiralamak oldu ve bunu da Avis firmasının internet adresinden yaptık,iş artık rotamızı çizmek,yer ayarlamak ve vize almaya kalmıştı. Gezi planımızı tripadvisor ve myswitzerland.com üzerinden, kalınacak yerleri ise booking.com'dan ayarladık.Vize alma sürecinde de sıkıntı olmayınca artık yapacak tekşey kalmıştı:yola düşmek...

İLK DURAK İSVİÇRE

26 Mayıs sabahı tam anlamıyla heyecan doluydu,ilk kez yurtdışına çıkıyorum eksik birşey var mı unuttuğum birşey var mı oralarda bizi neler bekliyor soruları hızla zihnimden geçerken Zürih yolcuları anons edildi ve artık kabindeydik, elveda İstanbul diyerek ayrıldık Sabiha Gökçen'den...Havalandığımızda İstanbul Boğazı bizi bütün güzelliğiyle selamlarken artık bize anlatılan o Şehr-i İstanbul silüetinden hiçbir iz kalmadığını şehrin inşaatlarla ve kötü yapılaşmayla nasıl boğulduğunu üzülerek izledim,uçaktan aşağıdaki manzarayı izlediğimde hep Google Earth canlanır gözümde, artık ormanlar kaybolduğuna göre Türkiye bitmiştir dedim kendi kendime sonra Tuna'yı gördüm uzaktan Nazım'ın şiirlerine konu olan o güzelim nehir akıyordu altımızda, sonrası altımız hep bulut denizi...Ve 2 saat 15 dakika sonra bulutların altına indiğimizde herşey değişmişti, işte İsviçre topraklarının ilk görüntüsü:


Bu görüntü "düzenin ülkesine" hoşgeldiniz der gibiydi. Havaalanında ufak bir pasaport kontrolünden sonra sırt çantalarımızı alarak hemen üst kattaki kiralık araç ofisine gittik;Türkiyedeki alışkanlıklarımızı bırakmamız gerektiğini ilk kez burada gördüm, Avis çalışanı nazik şekilde aracınız sizi bir üst katta 15 numarada sizi bekliyor iyi tatiller dedi ve ne arabayı göstermek ne bir yerinde çizik var mı birlikte kontrol edelim demeyince bir elimde çantam bir elimde navigasyon cihazı kalakaldım. Arabaya bindik gerginliğimi Arzu'ya belli etmeden ve trafiğinde ne yapacağım ne edeceğim sorularıyla çıktık havaalanından ilk hedefimiz olan Appenzell'e doğru...Daha önceden en azından St. Gallen'e yakın olduğunu bildiğimden o yöne doğru sürüş başladı, bir yandan hafif yağmur bir yandan çözemediğim navigasyon cihazı diğer taraftan trafik stresi 10 kilometre sonra pes etmeme neden oldu ilk park alanına girip sakinleşmeliydim :) Arabanın özelliklerini çözdükten ve yarı Türkçe yarı Almanca konuşan navigasyon sesini anladıktan sonra artık yollar benimdi; ver elini Appenzell...

APPENZELL

Zürih'ten doğuya doğru gittikten ve otobandan çıktıktan sonra alabildiğine çimenlerle kaplı dağlar, dağlarda sakince otlayan o meşhur Milka inekleriyle Heidi'nin köyüne doğru yaklaştıkça yağmur bu 10 gün boyunca size hiçbir yeri göstermeyeceğim dercesine artıyordu. Nihayet navigasyonumuzunda yardımıyla kaldığımız oteli bulmuştuk. Appenzelin birazcık dışında olan bu otelin bilgilerini buradan  bulabilirsiniz;gerçekten son derece güleryüzlü ve yardımsever çalışanlarıyla bize güzel bir hoşgeldin oldu burası.İşte otel çevresinden birkaç fotoğraf:









İlk blog yazım için epey bir uzun oldu düşüncesindeyim, şimdi biraz dinlenip sağanak yağmur altında pek gezemediğimiz Appenzell sokaklarına ve Vaduz'a götüreceğiz sizleri :)